İş Hukukunun Ortaya Çıkmasına Neden Olan Sosyal İhtiyaçlar
İş Hukukuna Hakim Olan İlkeler | İş hukukunun ortaya çıkmasına neden olan sosyal ihtiyaçlar, bu bilim dalına diğer hukuk dallarından farklı özellikler kazandırmıştır. Bu özelliklerin bir kısmı işçiyi ekonomik ve sosyal bakımdan korumanın, bir kısmı da demokratik bir sistemde sosyal adalet ilkesinin gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu özellikler; iş hukukunun diğer hukuk dallarından farklı olan dokusunu, mantığını, gelişme seyrini ve yöntemlerini de belirlemektedir. Şimdi bu özellikleri sırasıyla görelim:
-
İşçinin Korunması
1982 Anayasası’nın 49. maddesinde yer alan düzenlemede “Devlet; çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” denilmektedir. Bu madde ve bu maddeyi takip eden diğer maddelerde işçileri, çalışanları koruyucu nitelikteki düzenlemeler yer almaktadır.
Anayasalarda bu tür hükümlere yer verilmesi, birtakım gerekçelere dayandırılmaktadır. İşçilerin çalışmalarını işverene bağımlı olarak yapmaları ve bu bağımlılığın hem kişisel hem de ekonomik yönden olması bu tür düzenlemeleri gerekli kılmıştır. Nitekim işverenin vereceği ücretle geçimini sağlayan işçinin, sermayeyi elinde bulunduran işverene karşı ekonomik bir bağımlılığı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak işveren, iş arayan kişiyi genellikle kendisi için çok elverişli koşullarla işe almak isteyecek ve bu kişi kendisine dikte edilen koşullarla çalışmayı kabullenmek zorunda kalacaktır. Bu durum bilindiğinden dolayıdır ki işverenin sahip bulunduğu ekonomik ağırlığa karşı bir denge kurabilmek amacıyla işçinin korunması gerekli bulunmaktadır. Ayrıca işçi, işin görülmesi sürecinde işvereninin emir ve talimatları doğrultusunda çalışmak durumunda kalacağından söz konusu otorite kullanımının taşkın boyutlara ulaşmasına mani olmak için devletin koruyucu müdahalesine ihtiyaç duymaktadır. Böylece işçinin kişiliği, onuru, gururu, sağlığı ve beden bütünlüğü daha sağlıklı bir tarzda korunmuş olacaktır.
İşçiyi koruma ilkesi ve bu amaçla yapılan düzenlemelerin eşitsizlik olarak algılanmaması gerekmektedir. Eşitliği mutlak anlamda algılamak her zaman doğru sonuçlar meydana getirmez. Anayasada yer alan düzenlemeler, metin ve ruh bütünlüğü içerisinde irdelendiğinde görülecektir ki geleneksel anlamdaki eşitlik yanında sosyal adalet düşüncesine yer veren bir eşitlik de anayasada yer almaktadır. Buradan çıkan sonuca göre taraflar arasındaki gerçek eşitlik ve beklenen denge; işçi ile işvereni eşit şekilde kabul eden bir anlayışla değil, bu ilişkinin güçsüz tarafı, yani işçinin korunması ile mümkün olacaktır. Zira sosyal devlet, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyan devlettir.
İşçinin korunmasının sınırlarının olduğunu, bunun sınırsız koruma olarak düşünmenin yerinde olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü iş hukukunun nihai amacı toplum yararıdır. Bundan dolayı işçinin korunması ilkesinde de birtakım sınırlamalar bulunmaktadır. İlk sınırlama anayasal sınırlamadır. Yani işçilerin
-
Statü Koyucu Özelliği
İş hukuku ilişkileri, karşılıklı olarak hak ve borçları belirleyen ilişkilerdir. Günün ihtiyaçları doğrultusunda gerek kanunlarla ve gerekse toplu iş sözleşmeleri ile konulan birtakım emredici kurallar; iş sözleşmesinin veya toplu iş sözleşmesinin taraflarını, giderek sayıları artan müeyyidelerle donatmış ve bu statülere riayet etmeye zorlamıştır. Bu ise iş hukukunun statükocu özelliğini göstermektedir.
-
Özerkliği
İş hukuku, diğer hukuk dallarına göre daha özerk bir görünüm arz etmektedir. Önceleri borçlar hukuku kapsamında yer alan iş hukuku, zaman içerisinde meydana gelen teknik ve ekonomik gelişmelerin sonucu olarak eşitler arasındaki ilişkileri düzenleyen bu hukuk dalından ayrılmış ve bağımlı çalışanların hukuksal durumlarını düzenleyen ayrı bir hukuk dalı olarak ortaya çıkmıştır. İşverenle eşit durumda olmayan, ona karşı ekonomik ve kişisel bağımlılığı olan işçinin Medeni Kanunda yer alan sözleşme kurallarıyla korunması mümkün olmadığından yeni bir hukuk dalı olan iş hukuku doğmuştur. İş hukuku; özerkliği gereği diğer hukuk dallarından farklılık arz etmekte ve bunun sonucu olarak işçiyi koruma, özel yorum yapma, sözleşme özgürlüğünü tek taraflı olarak sınırlandırma, kendine özgü kaynaklara sahip olma ve uluslararası sözleşmelerin etkisi altında bulunma gibi özerk yararlanma alanlarına sahip bulunmaktadır. Bunlar arasında işçi‐işveren arasında yapılacak olan sözleşmenin şekli, süresi, niteliği, tarafların birbirleri üzerindeki hak ve yetkileri, bir tarafın diğerine disiplin cezası verme yetkisi, işçi ücretlerinin diğer alacaklardan farklı bir tarzda koruma altına alınması, sendikalaşma ve bunun sonucunda toplu iş sözleşmelerinin ortaya çıkması gibi ayırıcı nitelikler sayılabilir. Yine bu hukuk dalında meydana gelen uyuşmazlıklar, diğer alanlardaki uyuşmazlıklardan farklı olarak genel çözüm alanları haricinde kendine özgü çözüm yollarına sahiptir. Sendikalar, toplu iş sözleşmeleri, toplu iş uyuşmazlıklarının çözümü, iş mahkemeleri gibi birtakım kurumların aracılığı ile kendine has birtakım teknikler kullanan iş hukuku, diğer hukuk dalları arasında özerk bir karaktere sahip olmuştur.
-
Emredici Özelliği
Özellikle 4857 sayılı Kanunda, bu kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte daha da belirgin hâle gelen ve işçi ile işveren açısından bağlayıcı (emredici) nitelik arz eden düzenlemeler mevcuttur. Bunların bir kısmı, sırf işçiyi korumaya yönelik bir durum arz ederken bir kısmı da her iki taraf için bağlayıcı olup aksi sözleşmelerle kararlaştırılamayacak nitelikteki kurallardır. Sosyal devlet, kamu düzeninin gereği olarak çalışma hayatına müdahale etme gereğini duymuştur. Söz konusu emredici kuralların bir kısmı mutlak nitelikte olup diğer bir kısmı da nispi niteliktedir. Sözleşmelerde mutlak emredici kuralların aksine hüküm tesis etmek mümkün değilken nispi emredici kuralların aksine düzenleme yapmak imkân dâhilindedir. Örneğin; 30 işçiden fazla işçinin istihdam edildiği iş yerleriyle ilgili kanunun getirdiği iş güvencesine ilaveten toplu iş sözleşmeleriyle yeni güvenceler getirilemeyeceği, bu hususun mutlak emredici nitelikte olduğunu gösterir.
-
Gerçekçiliği
İşçiyi koruma hukuku olarak da adlandırılan iş hukukunda işçinin korunmasını amaçlayan kanun ve sözleşme hükümlerinin hayale değil, gerçeğe dayandırılma zorunluluğu vardır. Yapılacak kanuni düzenlemelerde ve toplu iş sözleşmelerinde iş yerinin büyüklüğü, verimliliği, üretim seviyesi, maliyet durumları, çalışanların yaş ve cinsiyetleri, faaliyetin yapıldığı iş kolunun özellikleri, işverenin pazarlama, kredi ve stoklarının durumu ve nihayet en önemlisi olarak da ülkenin iktisadi durumu göz önünde bulundurulmalıdır.
-
İstikrarsızlığı
İstikrarsızlık, iş hukukunun genel yapısı içerisinde var olup bu hukuk dalının doğasının bir gereğidir. İş hukuku daima iktisadi, sosyal, siyasi, teknolojik ve ideolojik dalgalanmaların etkisine maruz kalmaktadır. Genel hayatın çeşitli cephelerinde meydana gelen değişiklik ve gelişmelere bağlı olarak kural koymak zorunda bulunan iş hukukunun kuralları da istikrarsızdır. Örneğin; Yargıtay dava daireleri arasında kararlarının birbirlerinden farklı olduğu daireler, iş davalarına bakan dairelerdir.
-
Gelişmeye Açık Olması
İş hukukuna hakim olan ilkeler arasında gelişmeye açık olması da yer almaktadır. Teknolojik faaliyetlerin sürekli değişme ve gelişme gösterdiği dünyada, iş hukukunun değişimini ve gelişimini düşünmemek mümkün değildir. Toplu iş sözleşmeleriyle elde edilen kazanılmış haklara sürekli yenilerini eklemek durumunda olanların çabaları, bu hukukun gelişmesinin en bariz örneğini oluşturmaktadır. İş hukukunun gelişmeye ve esnekliğe açık olma özelliğinin amacı, çalışma hayatını ve iş ilişkilerini toplum yararına geliştirmek ve kamunun sosyal düzenini yeni şartlar karşısında takviye etmektir.
İş hukuku alanındaki dikkate değer gelişmeler arasında ilk göze çarpan husus, çalışma hayatındaki esnekleşmedir. Dünyada ve ülkemizde meydana gelen ekonomik krizler ve durgunluklar, esnek çalışmanın yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Günümüzdeki küreselleşme sürecinde sermayenin uluslararası bir nitelik kazanması, uluslararası pazara yönelik bir uyumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Uluslararası rekabetteki bu durum; işletmeleri daha verimli, üretken ve kârlı çalışma ihtiyacı ile karşı karşıya getirmiştir. Bu nedenlerden dolayı işletmeler, istihdam yapılarında bir yandan değişiklikler yapmakta diğer yandan da üretim biçimlerinde ve sürelerinde farklı yöntemlere başvurmaktadırlar. Bunun doğal sonucu olarak işletmeler, klasik çalışma yöntemlerinden vazgeçerek kısmi çalışma sistemine geçmeye başlamışlardır. Bu durum giderek yaygınlaşmaktadır.
Çağımızda giderek yaygınlaşan atipik işletme anlayışı, iş hukukunda da yeni değişim ve oluşumları peşinden getirmiş ve 1475 sayılı Kanunda yer almamasına rağmen ülkemizde uygulama alanı bulmuş ve bu durum giderek yaygınlık kazanarak 4857 sayılı Kanunla da kanuni bir zemine oturtulmuştur. 4857 sayılı İş Kanunuyla çalışma süreleri (İş K. m.63) ve fazla çalışmalar (İş K. m.41) yeniden düzenlenmiş, telafi çalışmaları (İş. K. m.64) konusunda yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerde ILO normlarından azami düzeyde yararlanılmıştır.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi iş hukuku, zamana göre seri değişimlere konu olmakta ve çalışma hayatında meydana gelen değişmeler ve gelişmeler kısa süre içerisinde kendine yer bulabilmektedir.
-
Genç Bir Hukuk Dalı Olması
Zamanın değişmesiyle iş hukuku kurallarında da birtakım değişmelerin ve düzenlemelerin yapılması kaçınılmaz hâl almıştır. Bu bağlamda, 19. yüzyılın başlarına kadar borçlar hukuku içerisinde değerlendirilen iş hukuku, bu tarihten sonra bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. Sürekli ve hızlı bir değişim geçiren iş hukukunun bugün dahi formasyonunu ikmal etmek için gerek doktrinsel ve gerekse yargısal anlamda değişim ve gelişim gösterdiği gözlenmekte ve iş hukuku yeniliklere hızlı bir şekilde adapte olmaktadır.
-
Geniş kapsamlı olması
İş hukukuna hakim olan ilkeler arasında geniş kapsamlı olması da bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanununun 4. maddesinde sayılan istisnalar dışında bu kanun, her alanda uygulanmaktadır. Ortaya çıktığı ilk dönemde sadece sanayi kesiminde çalışan işçileri kapsamına alan iş hukukunun bu sınırlı yapısı, çıkarılan kanunlarla zamanla genişletilip geliştirilmiştir. Örneğin; deniz işçileri için “Deniz İş Kanunu”, basın işçileri için “Basın İş Kanunu” çıkarılmıştır.
-
İdeolojik Özelliği
Topluma egemen olan ideolojiler, o toplumun iş yaşamında kendini bariz bir şekilde göstermektedir. İnsan şahsiyetinin değeri olarak kabul edilen emeği çalışma hayatı çerçevesinde ele alan iş hukuku, uygulandığı toplumun ideolojisine ister istemez bağlı kalmaktadır. Bu suretle toplumların ideolojik yapısı iş hukukunun gelişmesinde sınırlayıcı bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
-
İktisadi Özelliği
İşçiyi koruma ilkesinin egemen olduğu iş hukukunda, işçilere sağlanan ve parasal boyutu olan ücret ve sosyal hakların, ülkenin ve işletmenin ekonomik gerçeklerine uygun olması gerekmektedir. İktisadi yönden iş hukuku, toplumun ekonomik varlığı ile sınırlı kalmaktadır. Çünkü kazanılacak hakların varlığı, ancak dağıtılacak imkânlar ölçüsünde mümkündür. İmkânların sınırlarını aşan bir gelir ve hak dağılımı, işçiye bir yarar getirmeyeceği gibi bütün toplumla birlikte işçi için de zararlı olacaktır. Daha ileri hak ve avantajlar elde etmeyi ümit eden işçi, bu zorlamalar sonucunda işini bile kaybedebilecektir.
-
Sosyal ve Siyasi Özelliği
Sanayileşmenin hızla geliştiği dünyada, iş hukukunun faaliyet alanları her gün biraz daha genişlemektedir. Ücret tespiti, çalışma süreleri, çalışma yaşı, kadın ve çocukların çalışma şartları, hafta tatili, yıllık izin gibi hem işçinin çalışma hayatı hem de ailesi için problem teşkil eden bu konular, iş hukukunun kapsamı içinde düzenlenmektedir. Bu bakımdan iş hukuku sosyal barışı gerçekleştiren unsurlardan biri olarak milletlerin sosyal hayatlarında giderek artan bir önem kazanmaktadır. Esasında hem çalışma barışını hem de sosyal barışı sağlamak, devletin en başta gelen görevidir. Bu görevi yerine getirmek zorunda olan devlet, uyguladığı politikalarda iş hukukunun yapısını, gelişmesini ve hedeflerini göz önünde bulundurmak zorundadır. Zira iş hukuku, sosyal ve millî hayatın düzenleyici bir unsuru olarak siyasi icraatın bir parçası hâline gelmiştir.
-
Karma Nitelikte Bir Hukuk Dalı Olması
İş hukuku, hem kamu hukukunun ve hem de özel hukukun karakterlerini taşıyan karma nitelikli bir hukuk dalıdır. İş hukukunun sözleşme esasına dayanması, İş Kanununda boşluk bulunan durumlarda Medeni Kanun hükümlerinin uygulanması gibi özellikleri göz önünde bulundurulduğunda özel hukuk kapsamına girdiği görülmektedir. Bu durumun yanı sıra, devletin işçiyi korumak ve kamu düzenini sağlamak amacıyla emredici kurallar koyarak iş ilişkilerine geniş anlamda müdahale etmesi de bu hukuk dalının kamu hukuku alanına girdiğini göstermektedir. Yine bunların yanında devlet tarafından işin düzenlenmesi ve denetimi yoluna gidilmesi, iş mevzuatını ihlal eden işverenlere idari ve cezai yaptırımların getirilmesi ve bunların devlet tarafından uygulanması da bu hukuk dalının kamu hukuku kapsamına girdiğini göstermektedir. İş hukukuna hakim olan ilkeler hakkında detaylı bilgi için İş Kanunu’nu inceleyebilirsiniz.
2013 yılından beri İş Sağlığı Güvenliği Genel Müdürlüğü tarafından yetkilendirilmiş Ortak Sağlık Güvenlik Birimi olarak hizmet veriyoruz.
Efor OSGB İstanbul; Tecrübeli İş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimleriyle İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetlerinizde kaliteli ve güvenilir OSGB’dir.